ELAZIĞ DEPREMİ VE BEKLENEN MARMARA DEPREMİ
Öncelikle merkez üssü Elazığ’ın Sivrice ilçesi olan depremde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza da acil şifalar diliyoruz. Vefat eden vatandaşlarımızın yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyoruz. Tüm Milli Görüş camiası olarak can kaybının artmaması için dua ediyoruz. Depremden etkilenen tüm vatandaşlarımıza ve tüm milletimize geçmiş olsun, Cenabı Allah ülkemizi, milletimizi her türlü afetlerden, bela ve musibetlerden muhafaza buyursun.
Bu ülkede artık hiç kimse İstanbul’u da doğrudan etkileyecek Marmara Depremi olacak mı olmayacak mı diye sormuyor, “Ne zaman olacak ?” ve “Kaç Şiddetinde olacak ?” diye soruyor.
1999 Marmara Depremi “7,4 şiddetinde” oldu ve TAM 17500 VATANDAŞIMIZ HAYATINI KAYBETTİ.
Japonya’da 2011 yılında gerçekleşen “8,9 şiddetindeki” depremde 1999 Marmara Depremi’nden tam 40 kat daha şiddetli olduğu halde yaklaşık 1000 kişi hayatını kaybetti.
Bizim yaşadığımız depremde 17500 insanımızı kaybediyoruz, onlar bizden 40 kat şiddetli depremde sadece 1000 insan kaybediyor …!!
2017 yılında Meksika’nın başkenti Mexico City’de gerçekleşen ve aşağı yukarı Marmara Depremi ile yanı şiddette olan depremde, sadece 250 Meksika’lı hayatını kaybediyor.
Aynı şiddetteki depremde bizde 17500 kayıp, Meksika’da 250 kayıp ...!!
Ülkemiz topraklarının %90’ı deprem kuşağında yer alıyor ve nüfusumuzun %95’i bu deprem bölgelerinde yaşıyor. Nüfusun, sanayinin, teknoloji altyapımızın en yoğun olarak yer aldığı ‘Marmara Bölgesi’ ise en riskli deprem bölgelerinden bir tanesi.
1999 Marmara Depremi sonrasında, dönemin Hükümeti, ihmal edilenleri, yapılan yanlışları, yapılması gerekenleri tespit etti ve “Deprem Yönetmeliği” hazırlandı. Bu yönetmelik doğrultusunda İstanbul’da vatandaşlarımızın deprem anında bulunduğu binalardan kaçıp toplanacağı “493 Adet” bölge belirlendi. Bu alanlar park-bahçe, okul bahçesi gibi yerler değil, sahra hastaneleri, konteynır kentler kurulabilecek devasa alanlardı. 2020 yılına kadar da bu alanların artan nüfus göz önüne alınarak 693 adede çıkarılması planlandı.
PEKİ 2002 YILI SONUNDA İKTİDARA GELEN AK PARTİ NE YAPTI ??
Tespit edilmiş “acil toplanma ve yaşama alanları”nın büyük bölümünde site, AVM ve rezidans yapılması için inşaat ruhsatı verdi … Mevcut iktidar bununla ilgili sorulara da “deprem anında çocuk parklarına, okul bahçelerine sığınırız” cevabını verdi.
Uzmanlar yapıların % 70’inin kaçak ve ruhsatsız olduğu İstanbul’da olası büyük bir depremde, 10 bin civarında binanın tamamen çökeceğini, 50-60 bin binanın (yani yüz binlerce konutun) ağır hasar göreceğini, Allah vermesin 50 binden fazla insanın öleceğini; kent altyapısının tahrip olacağını ve ekonomik kaybın 30 ila 50 milyar dolar civarında olacağını belirtmektedirler. Tüm bu riskler niteliksiz ve tedbirsiz yapılaşmanın hızla sürmesi ile giderek artmaktadır.
AK Parti Çevre Şehir ve Kültür Başkanlığı Eğitim ve İstişare Toplantısı'nda konuşma yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Dikey mimari değil, yatay mimari istiyoruz, Dikey mimari ile şehirlerimize ihanet etmiş oluyoruz.” dedi.
Şimdi buradan yetkililere soruyoruz;
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu ifadelerinden sonra;
- Şehirlerimize “ihanet eden” kaç Ak Partili veya diğer partilerden belediye başkanı ve idareciler hakkında siyasi veya idari işlem yapıldı ...
- NEREDEYSE HERGÜN beşik gibi sallanan ülkemizde, Anadolu'da onlarca il ve ilçede İmar rantı dışında hiç bir işe yaramayan, kentlerimize ihanet olarak nitelendirdiğiniz çok katlı yüksek binaların DEPREME karşı dayanıklılığı ne kadar denetledi ...
- Çok büyük çapta görüntü kirliliği oluşturan, trafik sorununu daha da artıran, şehirlerimize ihanet anlamına gelen bu “rant kuleleri” olası büyük bir depremde Allah vermesin toplu mezarlara dönüşürse mi aklınız başınıza gelecek ...
- ŞU ANDA İSTANBUL’DA 693 ADET OLMASI GEREKEN DEVASA BOYUTTA “DEPREM SONRASI TOPLANMA” ALANLARIMIZ NEREDE ??
- 17 SENELİK AK PARTİ İKTİDARI BOYUNCA TOPLANAN MİLYARLARCA LİRALIK DEPREM VERGİLERİ İLE DEPREM İÇİN NE YAPILDI ??
- Allah vermesin 2011’de Japonya’da yaşanan deprem kadar şiddetli bir felaketle karşılaşırsak, İstanbul’lunun hali ne olacak??
- Allah göstermesin, bu sefer de, tedbirsizlik ve ihmal yüzünden yüz bin insanımızı mı kaybedeceğiz ??
YETKİLİLERDEN BU SORULARIN CEVAPLARINI İSTİYORUZ VE DEPREM TEDBİRLERİ İÇİN GEREKEN ADIMLARI EN ACİL ŞEKİLDE ATMALARINI BEKLİYORUZ.
AYRICA;
“Türkiye Deprem Haritası”na göre 50 il, “Birinci Dereceden Deprem Bölgesi” içinde yer almaktadır. Fakat mevcut deprem yasası milli gelirden % 67 gibi en yüksek pay alan “19 il”i kapsamış, yapı denetiminin ticarileştirilmeye en uygun olduğu iller seçilmiştir. “Birinci Dereceden Deprem Bölgesi” içinde yer alan diğer illerimiz ise yapı denetimi ve deprem tedbirleri açısından üvey evlat konumuna itilmiştir. Önemli depremler yaşayan birçok ilimiz yapı denetimi dışında tutulmuştur.
Bu yanlıştan da acilen dönülmelidir ...!!
İNSANLIĞIN YÜZ KARASI GUANTANAMO ON SEKİZİNCİ YILINDA
On sekiz yıldan beri hücrelerde tutulan ve hiçbir mahkemeye çıkarılmayan Guantanamo Körfezinde yer alan esir kampındaki tutukluların sistematik işkenceye tabi tutulmaları insan hakları ihlali olduğu halde bu konuda sessiz kalınması kabul edilebilir bir yaklaşım olmasa gerek.
İsrail’in Filistinlilere yönelik işkencelerini konu alan ve 1987 yılında İsrail Parlamentosu tarafından kurulan Landau Komisyonu’nun raporunda yer alan Şin Bet’in şiddet yöntemlerini göz ardı eden ve ABD Senatosu’nun insan haklarına yönelik kararına rağmen İsrail’e yardım etmeyi sürdüren bir anlayışın Guantanamo’daki işkencelere son verip burayı kapatmasını beklemek söz konusu olmasa gerek.
ABD, kendi toprakları içerisinde işkenceye izin vermediği için Küba’daki Guantanamo Körfezi’nde yer alan Deniz Üssü’nü işkence merkezi olarak kullanmayı yeğlemektedir.
2010 yılında serbest bırakılmasına karar verildiği halde tutuklulardan El Bihani, hala keyfi olarak Guantanamo’da gözetim altında tutulmaya devam etmektedir. Benzer şekilde 40 kişi daha Guantanamo’da suçsuz yere gözetim altında suçsuz yere gün saymaya devam etmektedirler.
Barack Obama, 2008 yılında ABD Başkanı olarak seçildiğinde Guantanamo’yu kapatacağını kesin bir dille açıklamıştı. Fakat bu vaat gerçekleşmedi. Trump ise, başkanlık seçimleri sırasında Evanjelistlere göz kırparak Guantanamo’nun kapatılmayacağını ifade ederek despotik anlayışını ortaya koymuş oldu.
Bush’un ifadesiyle ‘savaş suçlusu’ olarak Guantanamo’da gözetim altında tutulan bu insanların mahkeme huzuruna çıkarılmamalarının tek nedeni gerçeklerin ortaya çıkması korkusudur. Bu durum ABD’nin prestijini yerle bir edeceği vehmi ile insanlar hala gözetim altında tutulmaya devam edilmektedir.
Pakistan asıllı İngiliz vatandaşı Muazzam Beg, üç yıl süreyle Afganistan’daki Kandahar ve Bagram’da gözetim altında tutulduktan sonra Guantanamo’ya getirilip sorgulandıktan sonra suçsuzluğu ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine İngiliz vatandaşı olması hesabıyla de serbest bırakılması sağlanmış idi. Fakat diğer tutukluların ise böyle bir imkânları hiç olmadı.
Bu arada, Guantanamo gerçeğini gün yüzüne çıkaran Horton’un Haziran 2006’da Harper’s Magazine’de yer alan yazısından da anlaşılacağı üzere, bir kısım tutuklunun uğradıkları işkenceler sonucu yaşamlarını yitirdikleri anlaşılmaktadır. Keza, ICRC’nin Amerikan basınına sızan raporuna göre de bu merkezdeki işkenceler en ince detaya kadar anlatılmış idi.
Sonuç olarak ABD yönetimi, Guantanamo’yu sırf Müslümanlara yönelik algı operasyonu amaçlı olarak açık tutmaya devam etmekte olduğu artık daha çok mübeyyin olmuştur. Guantanamo JTF-GTMO (Guantanamo Müşterek Görev Gücü) tarafından sevk ve idare edilen gözaltı kampı; sözde ‘küresel terörle savaş’ amaçlı olmasına rağmen, salt Müslümanlara yönelik ‘black site’ (kara merkez) olarak ifade edilen tecrit amaçlı bir işkence merkezi olarak ifade edilebilir.
TÜRKİYE KUCAKLAYICI POLİTİKALARLA LİBYA’DAKİ SORUNU ÇÖZMELİ
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice'nin Libya'yı; "Büyük Ortadoğu Projesi’nin model ülkesi” ilan etmesi halâ hafızalardadır .
Dış Güçler bu plan doğrultusunda Libya’ya her ne kadar kitabına uydursalar da aslında hukuksuz bir şekilde saldırdılar ve yine Kaddafi'yi hukuksuz bir şekilde iktidardan düşürdüler. Böylece aynen Irak’ta olduğu gibi o günden bu yana Libya’da siyasi istikrar bir türlü sağlanamadı. Şu anda tam da küresel güçlerin istediği gibi ikiye bölünmüş bir Libya ve birden fazla yönetim bulunuyor.
Hükümet Suriye politikasından dersler çıkararak Libya konusunda adım atmalıdır. Türkiye’nin kardeş kanı akıtacak değil, Libya’nın bütünlüğünü önceleyecek politikalar izlemesi gereklidir.
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, defaten Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti ile General Hafter öncülüğündeki Libya Ulusal Ordusu arasında arabuluculuk girişiminin mümkün olamayacağını ifade ederken; “Bir tarafta meşru hükümet var, diğer tarafta darbeci var. Meşru Hükümet ile darbeci arasında arabuluculuk yapılabilir mi? Uluslararası hukukta da böyle bir şey söz konusu değil” şeklinde kesin cümleler kullanırken, Halife Hafter’i da PKK ile eşdeğer çizgide göstermeye çalışıyordu.
Bütün bu açıklamalara rağmen, Sayın Erdoğan ve Sayın Putin arasında varılan ortak karar gereği Libya’da ateşkes sağlanması konusunda yapılan girişim ve çağrı karşısında General Hafter’ın, Türkiye ve Rusya’nın ateşkes çağrısını kabul etmesiyle Türk-Rus bakanların ve üst düzey yetililerin öncülüğünde Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Akile Salih başkanlığındaki Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi ve ‘Libya Ulusal Ordusu‘ başında yer alan General General Hafter ve Libya Siyasi Anlaşması gereği 17Aralık 2015’te kurulan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni temsilen Başbakanı Fayez Mustafa al-Sarraç Moskova’da bir araya gelerek mutabakat metni üzerinde görüşmeler yaptı.
Başbakan Fayez al Sarraç metni imzalarken, General Halife Hafter ise istediği bir günlük düşünme süresi sonunda anlaşmayı imzalamadan Libya’ya geri döndü.
Burada bir gerçeğe vurgu yapmak gerekirse, Hafter anlaşmayı imzalamadan Türkiye’de bunun iç politika malzemesi yapılıp kazanılmış bir zafer gibi ortaya konulması son derece aceleci bir yaklaşım olmuş oldu. Buna ilaveten, General Halife Hafter’i he defasında ‘darbeci’ olarak ilan eden Sayın Cumhurbaşkanı adına Moskova görüşmelerinde kendisini birinci elden muhatap alan bakan ve yetkililerimiz bir bakıma General Halife Hafter’i legalize etmiş oldu.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın “Halife Hafter kaçtı” söylemi ise sadece iç politikaya yönelik bir tepkiden öteye gidememektir.
Libya’da taraf olup, tarafsız bir çözüm ortaya koymanın mümkün olamayacağının altını özellikle çizmek istiyoruz. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını da önceleyerek kucaklayıcı politikalarla Libya’daki sorunun çözümüne ön ayak olması artık kaçınılmaz bir gerçektir.
Suriye’de “Katil Esed gitsin” diye başlatılan ve sonu felakete dönüşen maceranın bir benzeri de Libya’da “Gayrimeşru Hafter gitsin” denilerek başlatılmamalıdır.
Libya ile ‘361 yıllık ortak geçmişimiz’ var. Elbette Türkiye Libya da olmalı, Ancak bu Kaddafi Libya’sının vaktinde bizimle olduğu şekilde olmalı. Biz Libya’da kardeş kavgasına taraf olmamalıyız. Libya halkının en çok güven duyduğu ülke olarak orada olmalıyız. Kan akmasının önüne geçip, küresel güçlerin oyununu bozan olarak orada olmalıyız. Diplomasi yolunu çalıştırmalıyız, arabulucu olmalıyız.
"TAYYİP ERDOĞAN GİTSİN, NASIL GİDERSE GİTSİN" MUHALEFETİ YAPMIYORUZ!
AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan "Maalesef gençlerimiz genç yaşta evlenmiyor. Çoğu 30'u aşkın yaşta evleniyor ya da çoğu evde kalıyor. Böyle bir şey olur mu ya? Evlilik dışı hayat biçimi özendirilmeye çalışılıyor. Aman bunlara dikkat edin" dedi.
Muhalefet lideri gibi konuşan, 18 yıllık tek başına iktidarın sahibi bu açıklamayı yaparken neyi amaçlıyor?
Yeniden Refah Partisi Sosyal İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Dr. Şeref Menteşe, Cumhurbaşkanının "evlilik dışı hayat özendiriliyor" açıklamasına dair bir açıklama yaptı. Dr. Menteşe açıklamasında şu görüşlere yer verdi; " Bir taraftan Cedav ve İstanbul sözleşmesi diğer taraftan 6284 sayılı Aileyi yıkma, evin ERKEĞİNİ itibarsızlaştırma kanunu; bırakın gençleri, 40 yıllık evli, torun sahibi ailelerimizin yuvasını dağıtırken, Ak Parti MHP koalisyonu yeni başkanlık sistemiyle hiç kimseye nasip olmayan yetki ve güce sahip olabiliriz ancak KADEM'E gücümüz yetmiyor demek mi istiyor?
KADEM’İN zorlaması ile hükumet politikası olarak Millete dayatılan sözleşme hükümleri ile ev hayvanları kadar dahi itibari kalmayan, hak ve hukukundan mahrum bırakılan erkeklerimizin, mevcut şartlarda evlenmesini beklemek veya evliliklerini sağlıklı yürütmelerini temenni etmek en hafif deyimle saflıktır. Kaldı ki, Ülkemizin ekonomisi ve mevcut AK PARTİ - MHP koalisyon Hükümeti’nin belirlediği asgari ücret bırakın yuva kurmayı, yuva kurma hayalini dahi yıkıyor.
Sayın Ak Parti Genel Başkanı’nın yaptığı açıklamadan anlaşılıyor ki, AK Parti ve çözüm ortağı MHP cumhurun halinden, sıkıntısından bihaber bir hayat sürdürüyorlar.
Bilmiyorlar ki, bu milletin düğünlerinde kilolarca altın toplanmıyor. Bir düğün ve yuva kurmak en az 100.000 TL'ye mal oluyor. İşsiz veya asgari ücretli milyonlarca gencimizin böyle bir masrafı karşılamasının imkanı yoktur.
Yeniden REFAH Partisi başkaları gibi YIKICI blok içerisinde yer alıp bir an önce "Tayyip Erdoğan gitsin de, nasıl giderse gitsin" muhalefeti yapmıyor. Biz Tayyip Bey seçilmiş CUMHURBAŞKANIMIZ kimliği ve sorumluluğuyla bu milletin derdinden haberdar olsun. Ak Parti’de ve koalisyon ortağı MHP’de bulamadığı “94 Ruhu”na sahip Yeniden REFAH kadrolarının ve Millî Görüş Lideri Dr. Fatih ERBAKAN'IN hazırladığı çözüm projelerini uygulasın, bu millet refaha kavuşsun, aileler huzur bulsun, adalet tam manasıyla tesis edilsin anlayışıyla, “yeni nesil siyaset” yapıyoruz.
“94 Ruhu”nun PARTİSİ, “Ömerler Ocağı” Yeniden REFAH Partisi, geleceğimizin sigortası, aziz milletimizin hizmetkarıdır.
Gençlerimize sadece “evlenin” demek yetmez. Milyonlarca gencimiz evlenmek, yuva kurmak için doğru insanı bulsalar bile iş-aş engeline takılıyorlar evlenmiyorlar.
Bu nedenle biz üretim ve istihdam hamlemizle öncelikle o evlenemeyen gençlere daimî bir iş vereceğiz, bu gençler para biriktirecek ki evlilik yoluna girmeye cesaret edebilsinler.
Bir milyon gencimize istihdam projemizi verelim kullansınlar, yeter ki gençlerimizi bu buhrandan kurtaralım.
Yeniden REFAH PARTİSİ tüm Ömerleriyle 7/24 millete ve tüm insanlığa hizmet vermeye hazır.
AZ kaldı, Ömer kopyaları gidecek, gerçek Ömerler gelecek !
HALK SİZE ARTIK GÜVEN DUYMUYOR
Halk artık bu iktidara güven duymuyor. Yapılan anketler de gösteriyor ki, halkımız artık desteğini de iktidardan çekiyor. Ak Parti’nin son dönemde bir milyona yakın üyesini kaybettiği gerçeği karşımızda duruyor. Doğal olarak bu durum sizi geriyor ve özgüven eksikliğine neden oluyor. Bunu Grup Başkanvekili düzeyinde bizzat kendilerinin itiraf etmeleri tükenmişliğin göstergesidir.
Ak Parti’nin tabanı vatana ve millete hizmet edersiniz niyetiyle, “Bunlar Erbakan’ın talebeleri” diye bugüne kadar hiçbir siyasi iktidara nasip olmayan bir süreyle size güven ve desteğini esirgemedi, ancak gelinen süreçte siz Erbakan Hocamız’ın çizgisinden ayrıldınız ve büyük ölçüde sermayeye hizmet eder hale geldiniz. “Millet için siyaset” diyerek iktidara geldiniz, milletin asla ulaşamadığı siyasetçiye dönüşüp, sermayeye hizmet eder hale geldiniz.
Küresel güçlere söylemde “hayır” dediniz, ama fiiliyatta “küresel güçlerin” ajandasına tabi oldunuz. Memura, işçiye, esnafa “yanınızdayız” diyerek güven verdiniz, iktidara gelince borç-faiz ekonomisini uygulayarak faizci sermayenin ve banka sisteminin planlarına tabi oldunuz. Sokakta siyasete başladınız ama şimdi siyaseti lüks salonlarda devam ettiriyorsunuz. Eskiden halkın, esnafın, simitçinin elini sıkarak, çayını içerek selam vererek siyaset yapıyordunuz, şimdi en lüks makam araçlarında dolaşıyor, simitçi görmeyen caddelerde hayat sürüyorsunuz. Bunca yılın sonunda zihni, aklı, güveni incitilmiş bir halk bıraktınız geride. Bu halk artık size güvenmiyor.
Siyaset halka takiyye yaparak asla yürümez. Siyaset güven vermek makamıdır. Halka güven verirsiniz, halk sizi iktidara taşır. Görüyoruz ki Ak Parti ve MHP Koalisyon Hükümeti ve siyaseti artık halkın desteğini kaybetmiştir.
Halkın Ak Partiye yıllardır verdiği kredi onları Erbakan’ın talebesi olarak görmesinden kaynaklanmıştır. “Millî Görüş gömleğini çıkartmakla övünen Ak Partili siyasetçilere halkın artık güven duymadığının bizatihi Grup Başkanvekili tarafından itiraf edilmesi çok önemlidir. Milletimiz, güveneceği adresini “yeniden” bulmuş, yeniden bu milletin içinden çıkan, Millî Görüş’ün hakiki temsilcisi, ikinci kırk yılın başlangıcını yapan Erbakan’ın etrafında kenetlenmeye başlamıştır.