TARIM ÜLKEMİZİN BEKA MESELESİDİR
Türkiye Koronavirüs salgını nedeniyle son derece zor bir süreçten geçiyor. Bu süreçte İnsanlar lüks tüketim ihtiyaçlarını erteleyebilirler. Yeni araba alma ihtiyacını erteleyebilir, tatile gitmeyi, yeni bir kıyafet veya telefon almayı erteleyebilirler. Ama hiç kimse beslenmesini erteleyemez. Beslenmek ve hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu temel gıda maddelerini almayı erteleyemez. Bu temel gıda maddeleri de tarımsal üretim ile elde edilir. (Buğday, nohut, mercimek, domates, biber, patates gibi.)
Bu nedenle tarımsal üretim yapan üreticilerin evine kapanma, tarlaya gitmeme şansı yoktur.
TARIM ERTELENEMEZ !!
Fakat çiftçimiz virüs krizinin meydana getirdiği olağanüstü durum ve ağır ekonomik şartlar nedeniyle önümüzdeki 1-2 ay içinde ekim-dikim-budama işlerini gerektiği gibi yapamaz ise, sezonu geçirirse, sonrasında istese de ekim-dikim yapamayacaktır.
Böylesi bir durum da ülkemiz ve milletimiz açısından son derece sıkıntılı sonuçlara sebep olacaktır.
“Efendim biz de üretim yerine şimdiye kadar yaptığımız gibi ithalatla sorunu çözeriz” DİYEMEYİZ, ÇÜNKÜ KORONAVİRÜS SALGINI NEDENİYLE TÜM DÜNYADA OLAĞANÜSTÜ TEDBİRLER VAR, bu nedenle de tarım ürünlerinin, temel gıda maddelerinin ithalatında aksamalar yaşanması kuvvetli bir ihtimaldir.
Örneğin Rusya, Kazakistan ve Kırgızistan dün itibariyle tarım ürünü ihracatını durdurduklarını açıkladılar … Kazakistan’ın bizim de yıllardır büyük oranda buğday ithal ettiğimiz bir ülke olduğunu da göz önünde bulundurmamız gerekir.
Bu sebeple bu zor günlerde Devletimiz tarafından yerli tarım üretimi ciddi şekilde desteklenmeli ve teşvik edilmeli, Çiftçilerimize yönelik acil bir ‘özel destek paketi’ açıklanmalıdır.
- Çiftçimizin Tarım Kredi kooperatifleri borçları ertelenmelidir.
- Bu borçların faizleri silinmelidir.
- Hali hazırda borcu olan çiftçimizin kredi limitleri yükseltilmeli, “faizsiz”,6 ay geri ödemesiz finans desteği sağlanmalıdır.
- Tarımsal üretimde kullanılan mazottan alınan vergi acilen sıfırlanmalıdır.
- Tarım ürünlerine en yüksek düzeyde taban fiyatları bugünden ilan edilmelidir.
- Devlet gerekirse çiftçinin üreteceği tüm ürünler için alım garantisi vermelidir.
- Şu anda gübre, ilaç, makine ekipman, sulama malzemeleri ile ilgili vadeli satışlar neredeyse tamamen bitti, tüm satışlar nakde döndü ve çiftçimiz bu ürünleri satın alamıyor. Tarımsal üretimin sekteye uğramaması için bu duruma acilen bir çözüm üretilmeli, içinde bulunduğumuz olağanüstü şartlara uygun mücbir sebep destek paketlerinin önü açılmalıdır.
- Bu kritik dönemde tarımsal üretimin devamlılığını sağlayabilmek için çiftçimizin icra ve hacizlerden kurtarılması gerekir. Çiftçimize yönelik, kamu kaynaklı her türlü haciz ve icra işlemleri net bir şekilde en az bir yıl ertelenmelidir.
BU NOKTADA DİĞER ÖNEMLİ BİR KONU DA, TARIMDA ÇALIŞAN MEVSİMLİK İŞÇİLERDİR …
Tarımsal üretim ve hasadın yapılabilmesi için, birçok üretim bölgemizde mevsimlik işçilere ihtiyaç var.
Ülkemizde Mevsimlik işçiler genellikle güney doğudan geliyor. FAKAT koronavirüsü nedeniyle şehirlerarası ulaşıma sınırlama getirildi. Bu insanlarımızı örneğin Urfa’dan İzmir’e nasıl getireceğiz ??
İlgili Valiliklerden izin alarak otobüslerle taşındığını var sayalım, bu sefer de sağlık kontrolleri nasıl yapılacak ??
Mevsimlik işçiler, aile boyu, kundaktaki bebeğiyle, 80 yaşındaki dedesiyle yediden yetmişe ma-aile çalışmaya giderler.
Bugüne kadar derme çatma çadırlarda oldukça zor şartlarda, yerine göre 10-15 kişi birlikte kalıyorlardı.
Şu anda virüs nedeniyle bu şartlarda kalabilmeleri mümkün değildir.
Bu insanlarımızın barınma sorununu gidermek için hangi somut adımlar atıldı ? veya ATILDI MI?
örneğin ülkemizin kiraz üretim merkezlerinden bir tanesi olan İzmir Kemalpaşa'da iki haftaya kadar Kiraz hasadı başlayacak. Üreticiler son derece tedirgin durumdalar. Sağlıklı bir şekilde ve zamanında hasat yapabilmek için en az dört bin, beş bin mevsimlik işçi gerekiyor. Bu insanlar nasıl taşınacak? Nerede konaklatılacak? İşçiler getirilemez ise, Kiraz dalında mı bırakılacak? Ürün dalında bırakılır çürümeye terk edilirse, üreticinin iflası nasıl önlenecek; halkımızın sağlıklı beslenebilmesi için son derece önemli olan meyve ihtiyacı nasıl karşılanacak ?
Sadece kiraz değil, kayısı, erik, şeftali gibi meyvelerde de hasat yapılabilmesi için, mevsimlik işçi meselesinin acilen çözülmesi gerekiyor. Çünkü, bu meyvelerin hasadında adeta zamanla yarışılıyor. Meyve belli bir olgunluğa ulaştığında toplanmazsa, çürüyor.
BÜTÜN BU SEBEPLERDEN DOLAYI;
Önümüzdeki süreçte yerli tarım üretiminin kesintisiz ve güçlü bir şekilde devamı için gerekli adımlar atılmadığı taktirde, Ülkemizin ihmal ve duyarsızlıktan dolayı telafisi mümkün olmayan zararlara uğrayabileceği bilinmelidir.
Çünkü temel gıda maddelerinin temini hayatta kalmak için zorunludur ...!!
Doğrudan doğruya milletimizin bekasıyla ilgili olan ‘temel gıda ihtiyacının karşılanması’ noktasında en önemli vazifeyi ifa eden çiftçilerimize bu zor günlerde mutlaka sahip çıkmalıyız, mevsimlik işçiler için gerekli tedbirleri acilen almalıyız.
Bu noktada en büyük desteği ve fedakarlığı da devletimizin yapması gereklidir.
ERBAKAN HOCAMIZIN BİYOGRAFİSİ IŞIĞINDA İKİNCİ KIRK YIL HAMLESİ
Doğan Bekin
Lider, iş insanı, sanatçı, gibi kendi alanlarında başarı eğilimlerini yakalamış veya topluma mal olmuş kişilerin yaşam öyküleri hiç şüphesiz alınması gereken derslerle doldur.
Bu nedenle, özellikle önemli makam ve mevkileri işgal edenlerin günlük tutmaları son derece önem arz etmektedir. Ne yazık ki, bizler biyografi yazma ve gelecek nesillere somut tecrübeler aktarabilme konusunda yetersiz kalıyoruz. Bu yüzden birçok gerçek ve bilgi dağarcığı bir dönem sonra nisyana terk ediliyor.
Şu da bir gerçek ki, Başbakan Prof.Dr. Necmettin Erbakan’ın “DAVAM” kitabı için kendisiyle röportaj yapılması konusunda çok geç kalınmıştı. Erbakan Hocamız, sadece lise dönemine kadar olan yaşam öyküsünü anlatabilmişti. Belki de, karanlıkta kalmış birçok gerçeği de kendi anlatımıyla gelecek jenerasyonlara aktarma imkânı bulabilirdi. Ama ne yazık ki geç kalındığı için ömrü bunları anlatmaya kifayet etmedi. Dışarıda ise, “BİYOGRAFİ” en çok önemsenen yapıtların başında yer almaktadır.
Geriye göz atacak olursak, Osmanlı Devleti’nin dağılmasında öncü rol oynayan İngiltere Kraliçesi Victoria’nın adı bile şu anda nisyana terk edilmiş gözüküyor. Oysaki Monica Charlot’un “Victoria The Young Queen” ( Genç Kraliçe Victoria) biyografi kitabı tarihi iz sürmede en büyük yardımcı kaynak niteliğindedir.
Bugün, Çanakkale’yi herkes konuşuyor, yazıyor, çiziyor ama Siyonist düşüncenin güdümünde hareket eden Winston Spencer Churchill’in ‘Bahriye Bakanı’ olarak Çanakkale Savaşı’nda oynadığı rolü şayet Randolph Churchill, “Young Statesman” (Genç Devlet Adamı) adlı biyografi kitabında dile getirmemiş olsaydı acaba bizlerden kaç kişi perde gerisi oyunları bilebilecekti? Asıl can alıcı nokta bu olsa gerek.
Keza, ”Bosna Kasabı” olarak tarihe imlenen Miloseviç’i betimleyen Dusko Doder ve Louise Branson’un, “Potrait of a Tyrant”( Bir Tiran’ın Portresi) gelecek nesillere ışık oluşturacak niteliktedir.
Donald Trump’ın 1980’li yıllarda yayınladığı biyografisi de onun şu andaki politikalarının yansıması niteliğindedir. O dönemlerde New York Times’ta tam sayfa yayınladığı kendi reklamda kafasında oluşturduğu ABD Başkanlık imajını görmek mümkündür.
Son dönemlerde adından sıkça söz edilen Bill Gates’in; ‘Using A Digital Nervous System, Business And The Speed of Thought” (Dijital Sinir Sistemini Kullanmak, İş ve Düşünce Hızı) adlı kitabı sadece mevcut duruma değil, geleceğe de ışık tutmaktadır. Özellikle, “ Prepare for the Digital Future” (Dijital Geleceğe Hazırlık) üzerinde durulması gereken bir gerçektir. Bu günlerde karşı karşıya kaldığımız Covid-19 sonrası için gündeme gelmesi kuvvetle muhtemel olacak olan dijital geleceğe dair nasıl bir dünyanın bizi beklediği ve buna ne kadar hazırlıklı olduğumuz büyük tartışma konusudur. Özellikle Bill Gates’in üzerinde durduğu; kurumsal istihbarat, kurumsal IQ, hipermedya, dijital yaşam biçimi v.s.gibi konuları gelecekte gündemin önemli maddelerini oluşturacağı bir gerçek olsa gerek.
Bu ve benzeri kişilerin biyografileri aslında birçok gerçeği aydınlatıcı niteliklere sahiptir. Ezcümle, Biyografi gerçeğinden hareketle, Türkiye’nin ikinci kırk yılına damgasını vurmaya hazırlanan Yeniden Refah’ın, küresel gelişmeler karşısında ortaya koyacağı vizyonun anahtarı için şüphesiz Milli Görüş Lideri Prof.Dr. Necmettin Erbakan’ın ortaya koyduğu vizyonun örnek alınması son derece önem arz etmektedir.
Kişilerin biyografisi yanında, birçok zorluklarla karşı karşıya kalan geçmiş siyasi partilerin de en az kişi biyografileri kadar büyük dikkatle incelenmesi ve bu gerçeklerden büyük dersler çıkarılması gerekir düşüncesindeyiz.
RUANDA SOYKIRIMININ 26.YILDÖNÜMÜ VE ÇAĞRIŞTIRDIKLARI
Doğan Bekin
1994 yılında Afrika ülkesi Ruanda’da meydana gelen soykırımda Nisan 1994 -Temmuz 1994 arasında yüz gün içerisinde yaklaşık ‘sekiz yüz bin’ kişi aşırı uca bağlı “Hutular” tarafından katledildi.
Bu acımasız soykırımın üzerinden 26 yıl geçti. Hiç şüphesiz Ruanda soykırımı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşen dünyanın en büyük katliamı olurken, 1995’te Bosna Hersek’te Sırplar tarafından gerçekleştirilen Srebrenitsa Katliamı da bir bakıma İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'daki en büyük katliam" olma özelliğine sahiptir.
Bu yıl Ruanda Katliamının 26. Yıldönümü pandemik korona virüsü nedeniyle dünyanın dört bir yanında ‘sanal anma’ (virtual commemoration) yöntemi ile anılmaktadır.
Ruanda Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Sayın Dr. Richard Sezibera geçen yıl yaptığı açıklamada; Fransa ve Belçika'ya göndermede bulunarak: " Ruanda’da dil, din ve etnisite bakımından Hutular ve Tutsiler arasında hiç bir ayrım olmadığı halde sömürgeci güçler, bizi bir arada tutan tarihi yapıyı yok ettiler, tarihimizi çöpe attılar" ifadesi aslında Batı’nın gerçek yüzünü ortaya koyuyordu.
Nitekim Ruanda’da soykırım yaşanırken Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi başta olmak üzere, ABD, Fransa ve diğer güçlerin kayıtsız kalmaları ve daha sonra gelişen olaylarda Fransa’nın 200.000 Ruandalı Tutsi ve Pigmenin katliamından sorumlu tutulması dikkatlerden kaçmazken, Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın 12 Ocak 1998’de Le Figaro’ya verdiği demeçte; “Ruanda’da bir soykırım yaşanması o kadar da üzerinde durulacak bir şey değildir” ifadesi büyük yankı oluşturmuştu.
Bu arada, Ruandalı Müslümanlar’ın, Hutuların soykırımından kaçan ılımlı Huti, Tutsi ve pigmelere evlerini ve camilerini açarak birçok kişiyi korumaya almaları ve katliamları önlemek için büyük çaba göstermeleri örnek alınacak bir davranış biçimi idi. Şu anda Ruanda'da Müslümanların sayısı yaklaşık 1.5 milyona ulaşmış olup, bu da ülke nüfusunun % 10'unu oluşturmaktadır.
Bu arada Ruanda’nın başkenti Kigali’de yer alan ‘École Technique Officielle’ adlı okulda yer alan Fransız ve Belçikalı öğrenci ve öğretmenlerin tahliyesinden sonra oradaki öğrencilerin toplu olarak katledilmesi bir insanlık dramı olarak tarihe geçti.
Ruanda’da tüm bu trajik olaylar yaşanırken, Hôtel des Mille Collines’in müdür yardımcısı 1260 Tutsiyi aynen Ruanda Müslümanları’nın yaptığı gibi koruma altına alarak ölümden kurtarmıştı.
Ruanda Soykırımı’na sessiz kalan Batılılar, daha sonra Hotel Rwanda, Shooting Dogs, Shake Hands with the Devil gibi filmlere imza atarak bunu istismar yoluna gitmişlerdir.
Bosna-Hersek Savaşı sırasında katliama uğrayan Bosna Müslümanları’na yardım elini uzatan Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan ise karanlık güçler tarafından asılsız ithamlarla hedef haline getirildi. En sonunda konunun tarafı olan Boşnak yetkililerin katılımıyla Erbakan Hoca tarafından yapılan ve “matematik toplantısı” olarak adlandırılan kapsamlı basın toplantısında bütün iddialar tek tek çürütüldü.
DÜŞÜNCE GELENEĞİMİZİN DÜNYA GÖRÜŞÜ:
FARKLILIKTA BİRLİĞİN FİKRİ TEMELLERİ
Prof.Dr. Arif ERSOY*
4.1. Esas Olan Zulme Karşı Ortak Tavır Alınması İlkesi
Düşünce geleneğimizde esas olan zalimlerin zulmüne karşı ortak tavır almaktır. Kur’an’ın ifadesine göre ortalığı karıştıran, fitne ve fesada yol açanlar, düşünce ve inanç özgürlüğüne tanımayan zalimlere karşı mücadele etmek hak ve adaletten yana olanların görevidir. Kin ve nefret, sadece zalimlerin haksızlık yapma ve zulüm eylemine devam etmelerine karşı alınan tavırlardır. Eğer zalimler zulüm eyleminden “vazgeçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere (eylemlerine) karşıdır”26, ilkesinden hareketle onlara karşı düşmanlığımız son bulur. Müslüman olduğu için kız kardeşini evine öfke ile giden ve onu hırpalayan Hz. Ömer (r.a.) gibi Dar-ul Erkamda peygamberimizin yanına gidince Kelimeyi Tevhid ’i dili ile okur ve kalbi ile tasdik ederse, yani zulümden vazgeçer ve hidayete ererse, o zaman Adil Ömer olur. O, hidayete erdikten sonra adaleti tesis etmede ve iyilik yapmakta örnek ve önder olmuştur27.
Düşünce geleneğimizde Allah’ın her insana bağışladığı temel hakları ihlal eden ve sosyal hayatta nimet külfet paylaşımında haksızlık yapan zalimlere karşı tavır almak erdemli olmanın gereğidir. Zalimlere karşı duyduğumuz kin ve nefret, zalimler zulmetme eylemine devam ettikleri sürece devam eder. Zalimler, insanların doğal haklarını ihlal etmekten vazgeçerler ise, sosyal hayatta nimet-külfet paylaşımında adaleti tesis etmeye gayret ederler ise, onlara karış kinimiz biter ve sevgimiz artar.
4.2. İnsanın Maddeten ve Manen Gelişmesinin Esas Alınması İlkesi
Hz. Muhammed, Medine Site Devletin oluşturduğu sosyal yapıyı ile hem insanın maddi hem de manevi ihtiyaçlarının birlikte ve dengeli bir şekilde karşılayan bir düzen tesis etmiştir. İslam’a göre insan, Klasik iktisatçıların ileri sürdükleri gibi sadece üretim faktörü veya tüketen bir makine değildir. Klasik iktisatçılar, eşya gibi emeğin ücretinin serbest piysada emek arz ve talebine göre belirleneceğini savunmuşlardır28. İnsan emeğini de adeta diğer üretim faktörleri gibi kabul etmişlerdi. Ücet seviyesini belirlenmesini serbest piyasanın işleyişine bırakmışlardı.
İslam, ruh ve bedenden oluşan insanın maddi ve manevi yönleri bulunan ve yaratıkların en üstünü olan bir canlı olarak kabul eder. Kâinat insan için yaratılmıştır. İslam İktisadı insan merkezli bir sosyal disiplinidr. İnsan bütün iktisadi faaliyetlerin merkezinde yer almaktadır. İnsanın hem maddi hem de manevi ihtiyaçlarının dengeli bir şekilde karşılanması esas kabul edilmektedir. Çünkü Kur’an’ın ifadesiyle “Görmediniz mi ki, Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini sizin hizmetinize vermiş, gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. Bununla beraber insanlar içinde kimi de var ki ne bir ilme, ne bir mürşide ve ne aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında mücadele ediyor”29.
Düşünce geleneğimizde insanı ruhtan ve bedenden oluşan üstün bir canlı olarak kabul edilir. Bundan dolayı insanın hem maddi hem de manevi ihtiyaçları denge için karşılanması esas alınır. İslam, insanı ruhen kendini geliştirmek için inzivaya çekilmesini tasvip etmediği gibi, salt inansın maddi ihtiyaçlarına yönelerek maneviyatını ihmal etmesini de tasvip etmez. İslam’a göre insan, ruh ve bedenden oluşan akıl ve muhakeme kabiliyetine sahip olan ve bu dünyada imtihana tabi tutulan bir canlıdır. Görev ve sorumluluğunu yerine getirmek için hissetme, düşünme, irade ve ünsiyet yetenekleriyle donatılmış ve en güzel fıtratla yaratılmıştır30.
Eğer insanın temel yetenekleri, doğasına (fıtratına) uygun eğitimle geliştirilir ise, yer yüzünü imar ve ıslah eder. Kur’an’ın ifadesiyle tevhid ve adalete “…inanan ve güzel amel işleyenler de varlıkların (hayr-ulberiyye) en hayırlılarıdır”31. Çünkü onlar temel insan haklarını gözeterek ve sosyal hayatta adaleti tesis ederek yeryüzünü ıslah ve imar ederler. Şayet tevhid ve adalete inanmazlar ve Allah’tan başka ilah saydıkları zorbalara insan haklarını ihlal etme ve nimet/ külfet paylaşımında haksızlık yapma ayrıcalığını tanırlar ve böylece yeryüzünde bozgunculuk yaparlar ise, o takdirde “Onlar, varlıkların (şer-ulberiyye) en şerlileridir”32. Çünkü onlar yeryüzünü ifsat ve tahrip ederler.
4.3. Hukukun Üstünlüğünü Esas Alan Sınıfsız bir Toplum İnşa İlkesi
Hz. Muhammed (a.s.) Mekke’de sınıflı bir toplumda doğup büyümesine rağmen, Mednine’de hukukun üstünlüğü esasına dayanan sınıfsız bir toplum inşa etti. İnsanlar arasında soy, sop, servet ve statüden kaynaklanan ayrımcılığı kaldırdı. Onu mescidinde herkes eşitti. Aynı safta yan yana ibadet eder. Habeşli Hz. Bilal, İranlı Hz. Selam ile Mekkeli Haşimi soyundan gelen ve Hz. Peygamber’in amcası olan Hz. Hamza arasında sosyal hayatta fark gözetilmemiştir33.
Düşünce geleneğimizin temel ilkelerine göre kurulan ve kurumsallaşan Selçuklu ve Osmanlı toplumları da Batılı anlamda sınıflı toplumlar değildi. Toplumlar uğraşı alanlarına göre idari, askeri, ilmi ve mesleki kuruluşlardan oluşmaktaydı. Bu kuruluşlarda yetenek, kabiliyet ve gayretlerine göre herkes yer alabilirdi. Irk, servet ve soy-sopa dayalı sınıflaşma söz konusu değildi. Osmanlı Devleti’nde padişahtan sonra en yüksek makam olan Sadr-ı Azamlık makamına, ırk, soy-sopa ve mensup olduğu aliye bakılmadan liyakatli olan herkes gelebilirdi. Türkiye Cumhuriyet Devleti’inde de toplum sınıflardan oluşmamaktadır. Bugün ülkemizde anadili, geldiği bölge ve mensup olduğu aileye bakılmadan herkes, gerekli nitelikleri taşıyor ve toplumun desteğini alıyor ise, cumhurbaşkanı ve başbakan olabilmektedir. Çünkü düşünce geleneğimiz sınıfsal bir toplumu öngörmez. Görev ve sorumluk ehliyet, liyakat ve yeteneklere göre şahıslara tevdi edilir. Hz. Muhammed (a.s.) belirtiği gibi “insanların en iyisi insanlara faydalı iş ve hizmet yapanlardır”34.
Yukarıda özetlenen düşünce geleneğimizin temel ilkelerine dayanarak ülkemizde “farklılıkta birlik” ilkesini uygulayarak ortak paydalarımızı artırabiliriz. Güçlü devlet, temsil ettiği toplumla bütünleşen devlettir. İdareciler toplumun katmanları arasında ortak paydaları artırdıkları ölçüde yönettikleri devleti güçlendirirler. 0rtak paydaların dışında kalan alanlardaki farklılıkları idareciler çatışmak için değil, “farklıkta birlik” ilkelerinden hareketle yardımlaşma ve dayanışmayayagönüştürmeye gayret etmelidir. Osmanlı Devleti’ni yönetenler bu ilkeleri uyguladıkları sürece kültür coğrafyamızcda barış ve huzuru tesis etmişlerdir. Coğrafyamızın dışından gelen saldırı ve tehditleri de akamete uğratmışlardır.
Kültür coğrafyamızı bizat gezerek araştıraran ve inceleyen bir şahıs olarak farklı dil, din ve kültüre sahip halk kitleleri arasında birçok alanda ortak paydaların bulunduğunu müşahede ettim. Bugün ve gelecekte eğer dünyanın merkezinde yer alan bu coğrafyada düşünce geleneğimizin “farklılıkta birlik” ilkelerini öne çıkarır, kültürel, iktisadi ve siyasi alanlarda öncelikle halk kitleleri ve komşu devletler arasında iş birliği, yardımlaşma ve dayanışmayı artırır isek, yeniden barış ve huzura kavuşturabiliriz. Coğrafyamızdaki farklılıkları çatışma nedeni haline getiren ırkçı-tekeli mihrakların ürettikleri yapay çatışma ve gerginlikler önlenebilir. Barış ve dayanışma sürebilir kılınabilir.
5. SONUÇ
Bugün ülkemizde ve coğrafyamızda düşünce geleneğimizin temel ilkelerine dayanarak yeniden farklılıkta birlik sağlanarak barış ve huzur tesis edilebilir. Osmanlı döneminde yüzyıllar boyunca farklı din, dil ve ırka sahip olan toplum ve ülkeler arasında devam eden yardımlaşma ve dayanışma günümüzde sağlanabilir. Bu hedefe ulaşmak için aşağıda özetle belirtilen aşamalarda gereken gayretleri sarf edilmelidir. Bunun için sahip olduğumuz dünya görüşü ve değer ölçülerimizin ortak noktaları öne çıkarılmalıdır. Ortak fikri ve ilmi araştırmalar yapılmalı. Elde edilen neticeler ortak platformlarda tartışmalıdır. Karşılaşılan sorunlara çözüm üreten ve coğrafyamızın beşerî ve doğal kaynaklarını harekete geçirecek strateji ve politikalar geliştirilmeli ve yerel, ulusal ve bölgesel düzeyde uygulanmaya çalışılmalı. Böylece son iki yüzyıl boyunca ülkemiz ve coğrafyamıza yönelik ırkçı-tekelci ve sömürgeci dış mihrakların ayrıştırıcı ve çatıştırıcı strateji ve planları akamete uğratılabiliniz.
Geçmişte sahip olduğumuz düşünce geleneğimizle insanlık tarihinin akışını değiştirdiğimiz gibi bugün de coğrafyamızın birikimini, beşeri gücünü ve imkanlarını hareket geçirebilir isek, hem kültür coğrafyamızda barış ve dayanışmayı sağlayabilir, hem de dünya barışına önemli katkılarda bulunulabiliriz.
Genel anlamda hedeflenen büyük gayelere ulaşmak için geliştiren strateji ve ilkelerin gerçekleşmesinin dört aşaması bulunmaktadır. Bu aşamalarda yapılan çalışmalar ve sarf edilen gayretler biri birini tamamlar ise, amaçlanan hedefe ulaşılır ve sarf edilen gayeler olumlu neticeler sağlayabilir.
İlk aşama inanma aşamasıdır. İnsan hissetme yeteneğiyle inanır. İnandığı hususun iyi ve güzel olduğunu kabul eder. İkinci aşama düşünmeme aşamasıdır. İnsan düşünce yeteneği ile inandığı husus hakkında bilgi edinir. Bilgisinin doğru veya yanlış olduğu ile ilgili araştırmalar yapar. Gözlemlerde bulunur. Akli ve nakli delillere dayanarak tahliller yapar. Üçüncü aşama tartışma aşamasıdır. İlmen doğruluğu ispat edilen hususlar, diğer insanlarla tartışıldıktan sonra varılan sonuçların doğru olup olmadığın test edilir. Dördüncü aşama ise, uygulama aşamasıdır. İyi ve güzelliğine inanılan, ilmi tahlillerle doğruluğu ispat edilen hususların ilmi müzakereler ile doğruluğu testinden neticeler eyleme dönüşür ise, yani uygulayabilirse, anlam ifade eder. İnanılan husus ne kadar iyi ve güzel, ilmen doğru olsa da uygulanmadıkça bir fayda sağlayamaz. Bir fikrin veya stratejinin uygulanabilir olması, kurumsal yapının uygun olup olmamasına bağlıdır. Çünkü uygulama kurumsal yapı ile gerçekleşir. Bozuk olan bir kurumsal yapıyla faydasına inanılan, düşünce, araştırma ve gözlemler ile doğruluğu ortaya konan ve ilmi tartışma ile geçerliliği ispat edilen hedef ve gayelere ulaşılması güçtür. Bunun için mevcut kurumsal yapının gözden geçirilmesi veya yeni kurumların kurulması gerekir.
Yukarıda özetle belirtiğimiz düşünce geleneğimizin farklılıkta birlik içinde yaşama ilkelerine ülkemizde ve hatta coğrafyamızda yaşayanların kahir ekseriyetinin inandığına ve bildiğine, gönül ve kültür coğrafyamızı defalarca gezen birisi olarak şahit oldum, yakinen gördüm ve yaşadım. Hak ve adalet ilkelerine göre kurumsal yapısı biçimlendirmiş Osmanlı coğrafyasında yüz yıllar boyunca bu ilkeler uygulanmış ve farklılıkta birlik içinde yaşama ve dayanışma sağlanmıştır.
Ülkemizde ve coğrafyamızdaki bu ilkeler ile ilgili üniversite ve araştırma kurumlarında yeni araştırmalar yapılmalı; elde edilen neticeler ve önerilen tavsiyeler bütün yönleri ilmi platformlarda tartışılmalı. Farklılıklarımızı çatıştırma ve ayrıştırmaya dönüştüren ırkçı-tekelci sömürge yönetimlerinin coğrafyamızda son iki yüzyılda meydana getirdiği gerginliklerin sebep olduğu beşerî kayıp, çatışma ve savaşların neden olduğu tahribat ve istikrarsızlıkların boyutları bütün yönleri ile ortaya konmalı ve kitleler ile paylaşılmalıdır.
Farklılıkta birlik içinde yaşamayı sağlayan düşünce geleneğimizin fikri temellerine dayanılarak yeni ortak stratejiler ve politikalar geliştirilmeli. Bu politikaların uygulanması için mevcut kurumlarımız gözden geçirilmeli. Çatışmacı dünya görüşünün ilkelerin göre oluşmuş mevcut kurumlar yeniden yapılandırılmalı. Yeniden ülkemizde ve coğrafyamızdaki diğer ülkeler ile birlikte barış ve istikrar içinde yaşama yollar bulunmaya gayret edilmeli. Tahakkümcü ve sömürgeci mihrakların ayrıştırıcı ve çatıştırıcı strateji ve politikalar birlikte akamete uğratmalı.
Farklılıkları ülkemizde ve coğrafyamızda “bölmek, ayrıştırmak, çatıştırmak ve sömürmek” için kullanan mihrakların peşinde gittiğimiz sürece barış ve istikrara kavuşulamayacağı son iki yüzyıl boyunca yaşanan ve karşılaşılan hadiselerle açıkça ortaya çıkmıştır. Çünkü kuvvetli olmayı haklı olmanın nedeni kabul eden bu mihraklar, farklılıkları çatışmaya dönüştürerek sömürülerine insanlık tarihi boyunca süreklilik kazandırmışlardır. Bugün ve gelecekte de bu yöntemleri uygulamaya devam edeceklerdir. Farklılıkları birliğe çevirme inancı ve düşüncesine sahip olanlar geçmişte birlikte barış içinde yaşadıkları gibi bugün ve gelecekte de yaşayabilirler. Onlar barış düzeninin kazancını da, riskini de birlikte adil bir şekilde paylaşırlar. Zalimler ise, insanlık tarihi boyunca çatışma ve savaşlar çıkararak kitlelerin kazancına el koymuşlar ve riskini de yoksullara ödettirmişlerdir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
BENTLEY Jerry, ZIEGLER, Herbert and SALTER, Heather Streets (2014). Traditions and Encounters: A Brief Global History, Volume 2, 3rd Edition. New York: The McGraw- Hill Companies.
BLAUG, Mark (1997), Economic Theory in Retrospect, 5. Baskı, Cambridge Üniversitesi Yayını, Cambridge.
BRUE, Stanley L.(1994), The Evolution of Economic Thought, Beşinci Baskı, TheDryden Yayını, Londra.
DEMİRCİ, Mehmet (1993), “Tarihten Günümüze Ahmed Yesevî”, Ahmed Yesevî: Hayatı- Eserleri- Fikirleri-Tesirleri, Ege Üniversitesi-Dokuz Eylül Üniversitesi, Sempozyum Bildiriler, Seha Neşriyat ve Tic. A. Ş., İstanbul.
DUVERGER, Maurice (1971), Politikaya Giriş, Çeviren: TİRYAKİOĞLU, Sami, Varlık Yayınları, Faydalı Kitaplar Serisi, N0:37, İstanbul.
EL MEVDUDÎ, Ebu Âla (1996), Tefhimu’l Kur’an, 1. Cilt, İnsan Yayınları, İstanbul.
ERSOY, Arif (2014a), “Beşeri Gelişme ve Eğitim: İrfan ve İmar Eksenli Eğitim”, Türkiye’nin Milli Eğitim Sistemi: Dünü, Bugünü ve Geleceği, derleye: Tacettin Çetin Kaya, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM), Ankara.
ERSOY, Arif (2014b), “İktisadi Gelişme Ve Eğitim: İrfan- İmar Eksenli Eğitim”, Editörler: Kamil TÜĞEN ve Asuman Altay, Prof. Dr. Fevzi Devrime’ e Armağan, Dokuz Eylül Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Maliye Bölümü, İzmir.
ERSOY, Arif (2015), “Medeniyetimizin Dayandığı Dünya Görüşü ve Değer Ölçüler: İnsan Merkezli Yeni bir Medeniyetin İnşa Felsefesi”, başlıklı bu tebliğ, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimler Fakültesi, Felsefe Bölümü tarafından 13-15 Kasım 2015 tarihlerinde Ankara’da düzenlenen Felsefe Şurası: İmkânlar, Sorunlar ve Çözüm Önerileri etkinliklerinde sunulmuştur.
ERSOY, Arif (2015a) İktisadi Teoriler ve Düşünceler Tarihi, Gözden geçirilmiş Dördüncü Baskı, Nobel Yayınları, Ankara
ERSOY, Arif (2012), “Niçin Milli Anayasa? Bürokratik Anayasadan Demokratik ve Adil Anayasaya”, Milli Anayasa Şurası, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM), Ankara,
ERSOY, Arif (2015b), 100 Yıl Sonra I. Dünya Savaşı ve İslam Dünyası: Tarihten Ders Alarak Yeni Bir Dünyanın İnşası”, I. Dünya Savaşı’nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu: Emperyalizm ve İslam Dünyası, Ekonomik ve Sosyal Araştırma Merkezi (ESAM), Sempozyum Serisi:3, Ankara.
ERSOY, Arif (2018), “Erdemli Olmanın Merhaleleri ve Sosyal Yapı: Modern Tekelci İktisadi Sistemden İnsan Merkezli İktisadi Nizama Geçiş”, İnsan, Ahlâk ve İktisat, derleyenler: M. Kazım Acar, M. Enes Kala ve Y. Emre Aydınbaş, Türkiye Yazarlar Birliği Yayınlar:77, Ankara.
HAMIDULLAH, Muhammed (1958), Introduction to Islam, IIFSO, İkinci Baskı, Malezya,
IYAD, Qadiibn Musa al- Yahsubi (1991), Muhammad Messenger of Allah: Ash-Shifa of Qadi ‘Iyad, İngilizceye çeviren: A,shah Abdurrahman Bewley, Madinah Press, Granada, Spain.
GÜMÜŞ, Ramazan (2018), “İslam Devletinin İlk Anayasası: Medine Vesikası”, Politik Akademi, İstanbul,
KARAMAN, Hayrettin(2008), “Fıkıh Usulü”, İslam’a Giriş: Evrensel Mesajları, derleyenler: Mehmet Görmez ve ekibi, Ankara.
MARX, Karl H. ve ENGELS, Friedrich (1998), Komünist Manifesto, Çeviren: Levent KAVAS, Ç Yayınevi, Ankara.
NAR, Ali(1993), Kırk Hadile Müslüman Kimliği, Kayıhan Yayınları, İstanbul.
NUMANİ,Allame Şibli (2015), Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, çeviren: Talip Yaşar Alp, ikinci Bakı, Maha Yayınları:16, İstanbul.
RAHMAN Afzalur(1996), “Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem”, SîretAnsiklopedisi, Yeni Şafak, İnkılap, İstanbul.
THATCHER, Margaret (1996), “Thatcher was Right, Thinking Past the Cold War”, Bu konuşma, 9 Mart 1996 tarihinde Fulton’ da Westminster Kolej’inde yapıldı.
ZEDONG, Mao (1977), “On the Correct Handling of Contradictions Among the People”, Selected Works, Cilt: V, ELP. Pekin,